İstanbul Seririyatı ve bir Dr. Cemal Kiper yazısı

Bu yazımda sizlere tıp tarihimizin önemli bir dergisi ile mesleki sağlık ve güvenlik tarihimizin önemli bir kişiliğini tanıtmaya çalışacağım.

Uyarı: Site içeriklerimiz sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz!

“Klinik” anlamındaki “seririyat” kelimesiyle ilk kez Dr. İbrahim Vasıf Bey hakkında yazdığım yazıyı [1] hazırlarken karşılaşmıştım. Prof. Dr. Mazhar Osman Usman ya da bilinen namı ile Mazhar Osman, İbrahim Vasıf Bey’in cenazesindeki vefasızlığı dile getirirken şunları söylüyordu: “Yalnız Gülhane Seririyatı, çarmıha gerilen İsa’nın, Kerbela’da kafası gövdesinden ayrılan Hüseyin’in işkencelerinden fazla hayatın zahmetini çekmiş bu mütevazi kahramanı samimi bir merasimle mezara götürdü ve bu suretle cidden hepimize bir fazilet dersi verdi. Herhangi bir gösteriye genci ihtiyarı birbiriyle yarışırcasına koşan koca fakültede bu mazlum hekimin cenazesinde bir kimse yoktu.” Garip, şu an okuduğunuz yazıyı yazarken de yolum bir kez daha seririyat kelimesi ve Mazhar Osman ile kesişti. Bu kesişme ise İstanbul Seririyatı Arşivi projesi sayesinde oldu.

İstanbul Seririyatı, birinci sayı, Mayıs 1919

İstanbul Seririyatı Arşivi

İstanbul Seririyatı 1919-1952 yılları arasında aylık olarak yayınlanmış olan bir tıp dergisidir. Mazhar Osman tarafından kurulmuştur. Mayıs 1919’da ilk sayısı yayınlanan dergi Ağustos 1951’de o yılın olağan son sayısını çıkarmış; 31 Ağustos 1951’de Mazhar Osman’ın ölümüyle yayını durmuş ve 1952’de çıkarılan Mazhar Osman anma sayısı ile yayın hayatına veda etmiştir.

İstanbul Seririyatı, sağlık alanında Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti geçiş, süreklilik ve dönüşümü takip için en önemli süreli yayındır. Sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin sağlık gündemini takip etmeye imkân vermektedir. Dergide medikal ve paramedikal iki kısım bulunmaktadır… Nöropsikiyatri başta olmak üzere tıbbın farklı alanlarından hekimleri biraraya getiren İstanbul Seririyatı dergisi aynı zamanda bir ekol şeklinde işlev görmüş, ileride her biri alanında ülkenin en önemli isimleri arasına girecek genç hekimlerin ilk yazılarını, çalışmalarını yayımlama imkânı bulduğu bir mecra olmuştur. İstanbul Seririyatı, herhangi bir kuruma bağlı olmaksızın, Cumhuriyet öncesinde başlayıp sonrasında yayımına devam eden tek dergidir; bilimsel içerik bakımından ise tıp dergilerinin en niteliklisidir. Derginin medikal kısmı kadar önemli olan paramedikal kısmı, Türkiye tıp tarihinin tıbbi çevrelerin gözünden bir panoramasıdır. [2]

Bunlar proje ekibinin dergi hakkındaki görüşleri. Peki proje tam olarak nedir?

Projenin tam adı “İstanbul Seririyatı (1919-1952): Tıbbi Süreli Yayın Dijitalleştirme, Dizin, Analiz ve Açık Erişim”dir. Acıbadem Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) tarafından desteklenen projenin ekibi Fatih Artvinli (koordinatör), Cem Hakan Başaran (koordinadör), Gamze Kaya (asistan) ve Tuğba Esat Örengül’den (asistan) oluşmaktadır. Ekip, projenin aşamalarını şöyle özetliyor:

İstanbul Seririyatı dergisinin eksiksiz ve tam bir koleksiyonu herhangi bir kurum ya da kütüphanede bulunmamaktadır. Yaklaşık altı yıl önce yola çıkarken birincil amacımız derginin tüm sayılarını bulmak ve koleksiyonu tamamlamaktı. Bu amaçla, İstanbul Seririyatı dergisinin bulunması en zor olan 1919–1929 yılları arasındaki Osmanlıca sayıları öncelikle eksiksiz tamamlandı; ardından farklı kişi, kurum, kütüphane, sahaflar, müzayedeler ya da internet satış sitelerinde mevcut bulunan nüshalara ulaşılarak, profesyonel tarayıcı ile dergiler PDF formatında tarandı. 1929 yılından itibaren Latin harfli Türkçe ile basılan sayılar için, mümkün olduğunca optik karakter tarama (OCR) işlemi uygulandı. Projenin birinci aşaması derginin tüm sayılarını tespit ederek bir araya getirmek, ikinci aşaması tarama işlemi ile sayıları dijitalleştirmek, üçüncü aşama ise her bir sayı için ayrıntılı dizin hazırlamaktı. Son aşama ise dergi arşivini ücretsiz ve online erişime açacak platformu kurmaktı. Uzun yıllar süren ve yoğun bir emek ürünü olan İstanbul Seririyatı Arşivi (www.istanbulseririyati.com) nihayet online erişime açıldı. [3]

Öncelikle tüm proje ekibine, vesile ve destek olanlara teşekkür ederim. Çünkü gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemine ait pek çok tıbbi yayın kişisel ya da kurumsal arşivlerin ya da sahafların tozlu raflarında keşfedilmeyi, sahiplenilmeyi ve topluma kazandırılmayı bekliyor. Olguları tarihsel süreklilikleri içerisinde anlamadan ulaşılan bilgi seviyesi geleceği doğru şekillendirmede eksik kalacaktır. Öte yandan, günümüzde artık kütüphane ve arşiv konusu ücretli ya da ücretsiz olarak ulaşılabilen dijital kaynaklara dayanmak zorundadır; bu bilimsel ve kültürel ilerlemeye büyük katkı sunacaktır. Bu çalışma bu yönüyle de çok kıymetlidir. Gördüğüm kadarıyla sitenin tek eksiği Osmanlıca yazılmış olan tüm yazıların günümüz Türkçesine uyarlanan transkripsiyonlarının olmamasıdır. Bu yapılmadan bu değerli ve örnek çalışma tamamlanmış sayılamaz.  

İstanbul Seririyatı, son sayı, Ağustos 1952

Dr. Cemal Kiper

Cemal Kiper adını daha önce duymamıştım ta ki proje sitesindeki İstanbul Seririyatı sayıları arasında merak ve keyifle gezinirken bir yazısına rastlayıncaya kadar. “San’at hekimliğine ait: Endüstriyel kazalar ve korunma çareleri” isimli ve 1943 tarihli ve arka arkaya iki sayıya yayılmış bu yazı bilgi ve kavrayış açısından o kadar günceldi ki bugünkü İSG dergilerinin herhangi birinde, birkaç küçük bilgi müdahalesi ve günümüz Türkçesi ile yayınlasanız, kimse yadırgamazdı. Bunun üzerine Cemal Kiper hakkında küçük bir araştırmaya giriştim.

Doğum ya da ölüm tarihine dair herhangi bir somut bilgiye ulaşamadım. Nusret Fişek şöyle anlatıyor [4]:

1958’de Hıfzıssıhha Okulu Müdürü olduğumda dosyaları karıştırdık. Ne yapılmış bu okulda diye… Harp öncesinde kısa kurslar yapmışlar. Uzman yetiştirme programları da var. Ve o program gereğince Cemal Or ABD’ye gönderilmiş. Cemal Kiper ABD’ye gönderilmiş. Bir ara Cemal Kiper’in de Hıfzıssıhha Okulunda çalıştığını hatırlıyorum. Bakanlıkta da çalıştı.

Ve İsmail Topuzoğlu da 1996’da şunları anlatıyor [5]:

Hekim Cemal Kiper, Sağlık Bakanlığı tarafından, 1940’larda Amerika’ya gönderiliyor.. iş hekimliği için gönderilmiş kendisi, Harward gibi bir üniversitede okumuştu, oradan mastırı vardı kendisinin; ben, kendisiyle beraber çalıştığım için yakından biliyorum.. O da, maalesef, bugün vefat etmiştir.

Onunla ilgili en eski tarihli bilgiler bunlar.. 

1943’te yani İstanbul Seririyatı’ndaki yazısıyla aynı yıl, Amerikan Tıp Derneği Dergisinde (JAMA) “Bir Çözücü Buharı, Karbon Disülfür: Emilimi, Atılması, Metabolizması ve Etki Mekanizması” [6] isimli bir ortak makalesi yayınlanmış. 

1946 yılında Birleşmiş Milletler, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e (ECOSOC) bağlı olarak kurulan Uyuşturucu Maddeler Komisyonu’nda (CND) [7] Türkiye temsilcisi olarak (1949 yılına kadar [8]) görev yapmış. Aynı yıl, Türkiye’de “İjyen ve Bakteriyoloji” [9] isimli bir kitabı yayınlanmış.

1947’de ilerleyen yıllarda adı Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) olacak olan İşçi Sigortaları Kurumu’nda genel müdür oluyor (14.07.1947-21.10.1950) [10] ve aynı yıl Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği’nin kurucuları [11] arasındadır. 

1952’de “Endüstride Gürültü Problemi: Endüstride Yorgunluk” [12] isimli bir kitabı yayınlanmış.

1957’de SSK Mensupları Sağlık Yardımlaşma Derneği’nin kurucuları [13] arasındadır.  

1958’de İşçi Sigortaları Kurumu’nda ikinci genel müdürlük görevine başlıyor (17.04.1958-17.04.1961) [10]

1959’de tüzüğü hazırlanan ancak hayata geçemeyen İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Türk Cemiyeti’nin kurucuları [14] arasındadır.

1960’da, 05.08.1960-14.04.1961 tarihleri arasında faaliyet yürüten Çalışma Bakanlığı Geçici Müdürler Kurulunda başkan olarak, 24.04.1961 tarihinde faaliyete geçmiş olan Müdürler Kurulunda [15] ise üye olarak bulunmuş. [16]

Görüldüğü üzere Dr. Cemal Kiper’in hayatı hakkında pek ayrıntılı bir bilgi yok. Ancak eldeki bilgiler onun mesleki sağlık ve güvenlikle ilgili saygın bir hekim ve bürokrat olduğu izlenimini veriyor. Ben de ilgi alanımdaki bu tarihsel karakteri tanıtmak için İstanbul Seririyatı Arşivi’nin bana sunduğu olanağa küçük bir katkı yaparak, yazıyı sitemde yayınlamak istedim. 

Cemal Kiper’in “San’at hekimliğine ait: Endüstriyel kazalar ve korunma çareleri” yazısı her ne kadar bugün için bile oldukça şık bir Türkçe ile yazılmış olsa bile, içindeki önemli sayıdaki kelime artık günlük kullanımda değildi ve bu da okuyucunun yazının değerini anlamasına engel olurdu. Bu yüzden bu kelimeleri özellikle iki kaynaktan [17] yararlanarak günümüz Türkçesine çevirmeye çalıştım. Yaptığım çevirilerin yazarın ifadeleriyle karışmaması için, çevirileri ilgili kelime ya da ifadenin hemen yanında, parantez içinde ve italik olarak belirttim. Yazının bu haliyle ilgili okuyucu tarafından keyif ve ilgiyle okunacağını umuyorum.

Doğal olarak, yazıda bilgimizin tarihsel bakımdan eksikliği yüzünden meydana gelmiş kimi eksiklikler var. Örneğin iş kazası istatistikleri için önerdiği hesaplama yöntemi hem bugün artık kabul görmüyor hem de güncel istatistiki yöntemler bugünkü hesaplamalara ayrı bir katkı sağlıyor. Ama işin ilginç tarafı, Dr. Cemal Kiper kaza sıklık oranları hakkında bugünün yöntemlerini önerememiş olsa da o gün önerdiği yöntemin yol açabileceği sakıncaları görerek hemen ardından eklemektedir: “Şüphesiz işin mahiyetini de nazarı itibara (dikkate) almalıdır. Ancak aynı derecede tehlikeye maruz kalan yani aynı işi yapan işçiler bir grupla mutalea edilmeli ve işin potansiyel tehlike nisbetine göre ameleyi gruplandırarak bunlar üzerinde vasatı alınmalıdır.

Bu yüzden, yazıda yer alan ama çözümlerinin tarihsel olarak henüz ortaya çıkmadığı sorunlar ve konular için bugünden geriye bir tartışmaya girerek okuyucuyu sıkmak istemedim. Çünkü asıl amacım 82 yıl önce yazılmış bir iş sağlığı ve güvenliği yazısının ve onu yazanın değerini okuyucuya hissetirmekti. Umarım bir parça da olsa başarılı olmuşumdur.

İstanbul Seririyatı, Cemal Kiper yazısı, Haziran 1943 sayısı

San’at hekimliğine ait: Endüstriyel kazalar ve korunma çareleri [18]

Türkiyeden gönderilen gazetelerin birinin “Dikkatler» sütununda işçilerin uğradıkları kazalar hakkında utak bir istatistiğe tesadüf etmiştim. Verilen rakkamlara göre memleketimizde 1937 yılında 4600 iş kazasına karşılık 1940’da bu neviden (türden) 7480 kaza olmuştur. Dört senede %60’dan fazla bir tezayüt (artış) göze çarpıyor. Hiç şüphe yok ki bu artış 1942’de daha fazla olmalıdır. Bu gayet tabiidir. Çünkü memleketimizde günden güne iş hayatı genişlemekte, makineler, ameliye usulleri (uygulama yöntemleri) çoğalmakta ve her gün değişmektedir. Sanayii daha ileri gitmiş memleketlerdeki istatistikler de bu senelerde şayanı dikkattir (dikkate değerdir). 

Amerikada Boston şehrindeki gazetelerden birinde: 1941 yılında 101.500 kişinin iş kazasından öldüğüne ve 350.000 kişinin daimi sakat kaldığına ve bu yüzden milyonlarca iş gününün zayi (kayıp) olduğuna ait bir yazı görmüştüm. Yazıda senelik artış nisbetinin (oranının) ancak %5 olduğu zikredilmişti (söylenmişti). 49-50 milyon işçinin çalıştığı bir memlekette bu miktar kaza ve bu tezayüt nisbeti çok değildir. Buna rağmen her sene bir sürü genç işçinin hayatına mal olan bu kazaların önünü almak için gerek milli Emniyet meclisi (National Safety Council) ve gerek her vilâyetin san’at hıfzıssıhhası ve iş daireleri büyük faaliyetle çalışmaktadırlar. Bizdeki kaza adedi bittabi (doğal olarak) nüfus ve amele (işçi) adedi nisbetinde küçük olmakla beraber neşredilen (yayınlanan) artış nisbeti çok büyüktür. Bu da gösteriyor ki bizde de artık işçi kazalarını düşünmek ve lâzım gelen tedbirleri almak zamanı gelmiştir. 

«Kazaların kontrolü» işi bir hükümet ve teşkilât meselesi olmakla beraber fabrika hekimlerini ve mürakabeleri (denetimleri) altında bir çok fabrikaların bulunması muhtemel kaza hekimlerini alâkadar eden bir takım meseleler düşünülebilir. 

Alelumum (genel olarak) endüstride tesadüf edilen sıhhi tehlikeleri göz önüne getirecek olursak bunların içinde kazaların büyük bir ekseriyeti teşkil ettiğini ve ehemmiyetini (önemini) tasdik etmemek mümkün değildir. Bu kazalar fizik veya mekanik, şimik (kimyasal) ve biyolojik sebeplerin ayrı ayrı veya hep birlikte tesirile vukua gelebilirse de en çoğu herhangi bir sebepten dolayı iyi idare veya kontrol edilemeyen mihaniki (Hiç düşünmeden, üzerinde kafa yormadan, sâdece alışkanlığın verdiği kolaylıkla makine gibi yapılan, mekanik (iş, hareket vb.)) âmiller (etkenler) yüzünden vukua gelmektedir (meydana gelmektedir). Kaza tevlidine (üretmeye) muktedir (gücü yeten) madde ve kuvvetlerin adedi ve kazaların husul tarzı (meydana gelme tarzı) o kadar mütenevvidir (çeşitlidir) ki bunları tesbit etmek yani kazaların nev’ilerini (çeşitlerini) birer birer zikretmek imkânsız ve lüzumsuzdur. Kazanın (accident) ne demek olduğunu herkes bilirse de tıbbi ve kanuni tarifini yapmak biraz müşküldür (zordur). Bir çok müellifler (yazarlar) kazayı «vücuda ani, beklenmiyen ve görünmiyen bir surette zarar husulünü mucib (gerektiren) veya husulüne muktedir bir hadise (olay) olarak tarif etmişlerdir. Bir kazanın insan vücudunda tevlid edeceği (oluşturacağı) zararın derecesine tesir eden bir çok âmiller mevcuttur. Cisimlerin kaza yapma kabiliyetleri ve dereceleri, kazanın oluş tarzı, sür’ati, vücudun afetzede olan nahiyesi (zarar gören bölgesi) ilâ …. neticeye tesir eden muhtelif amillerdir. 

Bir kaza neticesi insan vücudu mutazarrır olmuş (zarar görmüş) ise bu kaza vücudun fizik bünyesine tesir ederek uzvi bir zarar tevlit etmiş (doğmuş) veya o zarardan mütevellit (doğan) bir intan (enfeksiyon) veya hastalık zuhur etmiştir (ortaya çıkmıştır). Kaza ile meslek hastalıkları tabirleri (deyimleri) arasındaki hudut pek vazıh (açık) değilse de kazaların ani oluşu, sebeblerinin ekseriya (genellikle) görünmemesi “ve daha aşikâr bir tarzda sakatlıklar meydana getirmesiyle hastalıklardan ayrılır. Fakat aynı vasıflar san’at (meslek) hastalıkları için de vakidir. Bilhassa bazı sanat hastalıklarının sebepleri kazalar kadar gizli, zuhurları (belirmeleri) onlar kadar ani ve ümit edilmeyen bir tarzdadır. Hatta bilâkis bazı meslek hastalıklarının âmillerini kontrol etmek kazaların sebeplerini önlemekten daha güçtür. 

Binaenaleyh (bundan dolayı) şimdiye kadar mesleki hastalıklar meyanında (bağlamında) zikredilen bir çok hastalık ve tesemmümat (zehirlenmeler) sırf tabir uygunlukları yüzünden kaza namı (adı) altında tasnif ve mütalâa kabildir (sınıflandırılması ve değerlendirilmesi mümkündür). Humzu karbonla (karbon monoksit ile) tesemmüm (zehirlenme) vesaire gibi… 

Hülâsa (özetle) kaza ve hastalık arasında bir hekim gözü ile daha doğrusu tıbbi bakımdan bir fark mevcutsa da adli ve bilhassa tıbbi kanuni bakımından kat’i bir tarif ile tefrik (ayrım) kabil değildir. Bu nokta ameleye (işçiye) tavizat (karşılıklar, bedeller) veren memleketler için mühimdir. Çünkü bazı memleketlerde yalnız mesleki hastalıklara musap (yakalanmış) ameleye tazminat verildiği halde kaza yüzünden zarar görenlere verilmemektedir. Binaenaleyh bu tabirler mahkemelerde ehli hibrelik (bilirkişilik) eden hekimler ve bizzat hakimler için çok ehemmiyeti haizdir (önem taşır). Bizde henüz işçi sigortaları usulü mevcut değildir. Yani mutazarrır olan işçinin ya sigorta şirketleri veya fabrika sahipleri veyahut da hükümet tarafından «compensation»unu (tazminatını) temin edecek hususi bir kanun mevcut değildir. Ancak amele umumi mahkemelere müracatta serbesttir. Fakat ceza kanunlarımızda bu ihtiyacı tamamile karşılayacak maddeler mevcut olmadığından heyeti hakime (hakimler kurulu) hangi nevi kazaya veya hastalığa ne miktar tazminat vereceğini ehli hibre veya şahit hekimden aldığı malümata istinaden (bilgiye dayanarak) tayin eder. Hükümet tarafından amele sigortalarının tesisi, daha mükemmel bir iş kanunu ve tavizat kanunlarının tanzimi, ilerliyen ve inkişaf eden (gelişen) sanayiimize büyük bir yardım olacağına şüphe yoktur. 

Bittabi sanayi ilerledikçe, yeni metodlar ve aletler kullanıldıkça kazalar da o nisbette artmağa yüz tutacak ve amele hukuku daha iyi takdir edildikçe bu kazalardan mütevellit maddi zararların yekûnu (toplamı) da tavizat yüzünden kabaracaktır. Fabrikaları çok, işçileri nüfusun büyük bir ekseriyetini (çoğunluğunu) teşkil eden memleketlerde kazaların her gün insan vücudu, âile ve hükümet bütcelerine yaptığı zararlar rakamlarla izah edilemiyecek kadar cesim (büyük) ve vahimdir. Bu memleketler için kaza epidemiler (salgınlar) ve harplerden daha müthiş bir belâdır. Bunu mübalâgalı telâkki etmemelidir (abartılı sayılmamalıdır). Her ne kadar harpler ve epidemiler kısa bir müddet zarfında birçok insanları mahvediyorsa da uzun bir devre için mukayese yapılırsa her seneye isabet eden vefiyat (ölümler) ve sakatlık nisbetleri kazalarda şüphesiz daha fazladır. Kazaların muhtelif hikemi (fiziki), kimyevi ve biyolojik amillerin tahtı tesirinde (tesiri altında) vukua geldiği (meydana geldiği) zikredilmişti. Bunlar kazaların hakiki sebepleridir. Bir de bunların zuhurunu temin ve teshil edici (sağlayan ve kolaylaştıran) sebepler vardır ki bunların mühim bir kısmı işçiye ve işletene (her ikisi de az çok kabili ictinab (kaçınılması mümkün) kazalar), diğer bir kısmı da doğrudan doğruya işe ve işin cibilli karakterine (kendine özgü doğasına) ait kazalardır (gayrı kabili içtinab (kaçınılması mümkün olmayan) kazalar) yalnız kimsenin hatası yüzünden değildir.

Kabili içtinap kazaların bir çoğu işçinin herhangi bir sebeble dikkatsizliği, depression halinde bulunuşu, fazla yorgunluğu, zihni meşguliyeti, budalalığı, beceriksizliği, acemiliği ve bilgisizliği yüzünden vukua gelmektedir. Yani bir çok fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik amillerin rolü mevcuttur. İşçilerin düçar oldukları (geçirdikleri) kazaların adedini azaltmak için bu amilleri iyice tetkik ve mütalâa etmelidir. Yevmiyesi ailesini geçindirmeğe kâfi gelmeyen (yetmeyen), hastalık veya ölüm vesaire gibi ailevi ıztırapları bulunan, içki ve kumara inhimaki (düşkünlüğü) olup gecelerini uykusuz geçiren işçiler, acemiler, ruhi melekeleri iyi işlemiyen, gündüz rüyalarına dalan hülyavi kimseler daima kaza yapmağa müstenittirler. Bu gibi kazalara mani olmak istiyen fabrika idaresi işçilerin gerek şahsi ve gerek ailevi bakımından ruh ve içtimai hallerini iyice mütalâa etmelidir. Bu hususta fabrika hekimlerinin rolü ve yardımı çok büyüktür. İşçilerin mahremiyetine vakıf fabrika hekimi biraz psikoloğ olduğu ve fabrika idaresinden de müzaheret (destek) gördüğü takdirde bir çok kazaları önliyebilir. Gayrı memnun işçileri ya memnun etmek veya pek tehlikeli işlerde çalıştırmamak, işçilere fizik kabiliyetlerini aşacak derecede fazla iş vermemek, ailevi ıztırapları olanların dertlerini tahfif edecek (hafifletecek) çareler araştırmak veya muvakkaten (geçici olarak) kaza ihtimali olmıyan işlerde kullanmak, vesaire gibi çareleri hekim fabrika idaresine tavsiye etmelidir. Bazı kazalar da doğrudan doğruya ve kısmen fabrika sahipleri veya idarenin ihmal veya bilgisizliği yüzünden vukua gelmektedir. Meselâ tehlikeli aletlerin, desterelerin ve bıçakların, süratle dönen tekerleklerin bir mahfaza altına (protection) alınması kabildir. 

Bunların ihmali bir çok kol ve parmakların kaybolmasına mal olur. Keza fabrika idaresine düşen vazifeler meyanında acemileri dikkatle yetiştirmek, iyice meleke kesbedinceye (beceri kazanıncaya) kadar tehlikeli işlerde kullanmamak, muhtelif tehlike menbalarına (kaynaklarına) nazarı dikkati celbedecek (göze çarpacak) işaretler, levhalar, ışıklar vesaire koymak, amele arasında dostça teşriki mesai (birlikte çalışma) esasına müstenit fakat ciddi bir disiplin temin etmek, konferans ve demonstrasyonlarla ameleyi tenvir etmek (aydınlatmak), emniyet müzeleri açarak muhtelif tehlike menbalarını canlandıran ve onlardan korunma çarelerini izah eden objektif ve öğretici şekiller, levhalar, grafikler teşhir etmek, hülâsa her bakımdan amele edükasyonuna (eğitimine) yardım etmek gibi ehemmiyetli işleri sayabiliriz. 

Şüphesiz hiç bir fabrika idaresi işçinin zarara uğramasını arzu etmez. Fakat bazan ihmal, bilgisizlik veya fazla itminan (emin olma) yani fabrikasında senelerden beri hiç bir kaza olmamasına güvenerek potansiyel tehlike mevcut olduğu halde bunların izalesine (giderilmesine) çalışmamak, büyük zararlara mal olabilir. Bazan fabrika idaresi masraflardan kaçınır. Daima sarfiyat (masraf) hanesini azaltmak ister. Keza çok kere fabrika müdürü veya idare memuru fabrikanın sahibi değil, maaşlı memurlarıdır.. İyi teftiş edilmeyen fabrikalarda bu gibilerin alâkasızlığı kazalara sebeb olabilir. Çünkü kontrol zayıftır. Bu gibi, yani fabrika idaresinin sebeb olduğu kazaların önünü almak ve yukarıda saydığım tedbirlerin tatbikini temin edebilmek için az çok hükümet müdahalesi ister. Gerek hükümete ait ve gerek hususi bütün fabrikalarda bir emniyet meclisinin «safety council» tesisi lâzımdır. Bu heyet fabrika müdürü veya onun bir mümessili (temsilcisi), emniyet mühendisi ve fabrika hekiminden müteşekkil olmalıdır. Bu heyetin vazifeleri kazaların husulüne mani olacak tedbirleri mülâhaza ve tatbik olmakdır. Bunlar icabında mahalli hükümet ve belediyelerin, fabrika dahilindeki bütün personellerin teşriki mesaisini temin etmeğe çalışmalıdır. 

Hükümet bu hususu temin ettikten başka alınacak emniyet tedbirlerini ve ihmal vukuunda (durumunda) verilecek cezaları gösteren müessir (etkili) kanunlar vaz etmelidir (koymalıdır). Kazaların (şüphesiz diğer meslek hastalıklarile birlikte) tâvizi (bedeli) usulü mecburi tutulmalıdır. Bu tâvizin sigortalar yerine doğrudan doğruya fabrika tarafından verilmesi usulü daha müessirdir. Çünkü bu takdirde, ödenecek para fabrika idaresine büyük yekûnlara mal olacağından, idare kendiliğinden emniyet tedbirleri almağa mecbur olur. Çünkü bu defa sarfedilecek para kesilen kolun bacağın değerini ödemekten daha ehvendir (ucuzdur). Hülâsa hükümet gerek iktisat vekâletine (bakanlığına) bağlı iş daireleri (teknik ve idari kısımlar için), ve gerek sıhhat vekâleti dairesi vasıtasile (sıhhi kesimler) fabrika idarelerini, işçiye emniyetli bir muhiti (çevresi) hazırlamağa mecbur tutmalıdır. 

Fabrika idareleri tarafından kısmen önüne geçilmesi kabil kazalar meyanında, fabrikaların tenvir ve teshini (aydınlatması ve ısıtması) yüzünden husule gelenleri de ehemmiyetlerine binaen (önemlerinden dolayı) ayrıca zikretmeliyiz. Bunlar da kazaların husulünde tali ve yardımcı amiller meyanında sayılabilir. Fazla sıcak veya çok fazla soğuk; keza fena tatbik edilmiş ziya menbaları (kötü uygulanmış ışık kaynakları) amelenin fizik bünyesine tesir ederek kazaların zuhurunu teshil ederler. Bu keyfiyet (durum) istatistiklerle tespit edilmiştir. Meselâ : dünyanın en derin altun madeni olan Brezilya’daki Morro Velho ocaklarında derecei hararet  (sıcaklık derecesi) 32 santigradın fevkinde (üstünde) olduğu zamanlarda 16 ayda 20 mühlik (ölümcül) kaza tespit edildiği halde yapılan serinleştirici tertibatla (air condition) hararet derecesi 25-26’ya indiği zaman, müteakip (takip eden) ayda aynı mahiyette pek az kaza olmuştur. Keza çok soğuk günlerde, eğer atölyeler kâfi derecede teshin edilmemiş ise ve yapılan iş de vücudu ısıdacak kadar ağır değilse ellerde ve ayaklarda azalan ihsas (hissetme) derecesi ve zuhur eden uyuşukluk bir çok kazalara sebep olabilir. Hemen bütün istatistikler yazın en sıcak ve kışın en soğuk aylarda tertibat almıyan (önlem almayan) müesseselerdeki kaza adedinin en fazla olduğunu göstermiştir. 

Keza tenvir derecesi de kazaların zuhur nisbetlerine tesir eder. Bir çok kazalar fabrikaların en karanlık yerlerinde, hollerde, pasajlarda vukua gelmektedir. İyi tenvir edilmiyen veya ziya men’baları iyi tevzi edilmiyen (dağıtılmayan) fabrikalarda kaza nisbeti çok fazladır. Bilhassa sun’i ziyanın (suni ışığın) fena bir şekilde tatbiki kazaları bir kaç misli arttırmıştır. Mamafi (bununla birlikte) en modern ziya menba’larını ve fenni tesisatı kabul eden fabrikalarda tabii (doğal) ve sun’i ziya arasında bu bakımdan bir fark mevcut değildir. Mükemmel tenvir ve kazaların vukuunu azaltmak, fabrika idaresi tarafından te’min ve hükümet tarafından kontrol ve teftiş edilecek meseleler meyanındadır. 

Şimdiye kadar söylediğimiz bu iki gurup kazaların önü alınırsa mecmu (toplam) kazaların %80 ve daha fazlası menedilmiş olur. Çünkü, üçüncü gurup yani sırf işe ait ve işin bünyesinden doğan kazaların ehemmiyeti olmakla beraber, adetleri pek fazla değildir. Bunlarda, kazaların sebebini atfedecek bir mes’ul bulmak hakikaten müşküldür. Bu kazaların bir kısmı sanayiin mevrus (miras kalmış) tehlikeleri, ileryeyen makina asrının yeni ve kuvvetli makinaların yadigârlarıdır. Asri istihsalât (modern üretim süreçleri) insan kolu, bacağı, gözü ve nihayet bütün vücudu bahasına meydana gelmekte ve bir çok kazalar makina istihsalinin (üretiminin) gayri kabili içtinap bir neticesi halini almaktadır. Bilhassa sür’atin müesseriyet (etkililik) demek olduğu modern sanayide insan vücudu her gün değişen mihaniki muhite kendini uydurmıya mecburdur. Bu istihale (başkalaşım) bir çok kazaları doğuracaktır.  Maalesef bu böyle devam edecektir. Bu nevi kazalara «gayri kabili içtinap» kazalar denebilir. Hulâsa bütün emniyet tedbirleri alınmasına rağmen vukua gelen bir çok makina kazaları, tayyarecilikte ani değişen hava şeraiti (şartları) yüzünden husule gelen kazalar, mâden ocaklarında ümit edilmiyen bir zamanda zuhur eden su baskınları, çökmeler, infilâklar bu kabil kazalardan addedilebilir (sayılabilir). Bunlara karşı da ameleyi daima uyanık bir halde ve tehlikeyi karşılamaya hazır bir vaziyette bulundurmak ve ilk imdat istasyonlarının 24 saat faal bir vaziyetde tutmakla zarar kısmen azalmış olur. 

Şimdiye kadar kazaların hakiki sebeplerini, yardımcı âmilleri ve kazaların men’i için fabrika hekiminin, idaresinin ve hükümetin vazife ve yardımlarını, hulasaten (kısaca) zikrettik. Mevzuu bitirmeden evvel bunlara bir de, kazaların men’ine oldukça yardım eden ve fabrika hekimini alâkadar eden bir nokta daha ilâve edilmelidir. Bu da «sakarlıkların» teşhisi ve tedavisi meselesidir. 

Her ne kadar «Sakarlık» bir takım ruhi ve uzvi (organik) hastalıkların bir arazı (belirtisi) telakki edilebilirse (kabul edilebilirse) de san’at hekimliği bakımından bir nevi meslek hastalığı addedilebilir. 

Eğer bir gurup işçinin sebep olduğu bir seri kazaları tahlil edecek olursak bu grupun içinde muayyen (belirli) bazı kimselerin yaptıkları kaza adedi vasatının (ortalamasının), yani her birinin mütesaviyen (eşit olarak) hissesine düşen adedinden daha fazla olduğu görülür. Bu işçilere «kazaya müsteit (yatkın) – accident prons» veya tâbiri marufu (bilinen deyimi) ile «sakar» denir. Euclinal accident.. Bu işçileri potansiyel olarak daima işlerde kullanmak muhtemel bir kazanın vukuuna yardım etmektir. Bu gibi şahıslar gurup arasından fabrika hekimi, emniyet mühendisi ve ustabaşıların müşterek mesaisiyle seçilmelidir. Bunlar hiç şüphesiz bir nevi hasta telâkki edilmelidirler. Kendilerine verilen tehlikeli işlere anormal reaksiyon göstermeleri bakımından «hasta» sayılırlar. 

Sakarlık muvakkat (geçici) veya daimi, veya hekim tâbirile had (akut) ve müzmin (kronik) olur. Muvakkat olanlar acemilik, yorgunluk veya herhangi bir hastalık neticesidir. Acemi işçiler çok kaza yaparlar. Aynı zamanda mahir (usta) işçilere nazaran daha çabuk yorulurlar ve kazalara sebebiyet verirler. Yeni işçiler ilk hafta veya işine göre ilk ay içinde en çok kazaya maruzdurlar, Keza işçinin çok genç olması, bekâr olması, mes’uliyet mefhumunun (sorumluluk duygusunun) bulunmaması, yaşı icabı muhakeme (yargılama) ve istidatlı kabiliyetlerinin azlığı; fabrika hayatına henüz adapte olmamaları muvakkat sakarlıklara sebep olur. Bundan başka bazı mahir işçiler yevmiye kaybetmemek veya sırf gayretkeşlik kaygusiyle ufak tefek hastalıklarda, nezle ve soğuk algınlıklarında, hatta bazı mühim intanların tefrih (kuluçka) devrelerinde veya başlangıçlarında, çalışmağa devam ederler. Şüphesiz bu anormal şeraitte kazalara maruz kalma ihtimalleri daha çoktur. 

Bütün bu şerait ve yukarda uzun uzadıya zikredilen muvakkat bir takım uzvi, ruhi, içtimai ve iktisadi âmiller muvakkat sakarlığın başlıca sebepleridir. 

Daimi sakarlığın nispeti biraz daha azdır. Bu gibiler yaş ve melekelerinin (becerikliklerinin) artmasına rağmen işe başladıkları günden itibaren daima kaza yapmaya müsteittirler. Bunların neuro musculaire (sinir-kas) sisteminde ve ruhi veya her ikisinde birden bir bozukluk aramak icabeder. Uzuv sakatlıkları, epilepsi, hypertiroidizm (bilhassa silik ve kapalı şekilleri), müzmin alkolizm, uzvi veya vazifevi bir çok akli ve asabi teşevvüşat (karışıklık) bu meyandadır. kaza yapmaya müsteittirler. 

Hangi tipten olursa olsun sakar işçiler az verimli işçilerdir. Verimli «effıcien» olanlar çok az kaza yaparlar. Bilhassa daimi sakarlar ekseriya nöropat veya psikopatdırlar. Ve işlerine, muhitlerine intibak edemezler (uyamazlar), daima anormal bir reaksiyon gösterirler. Bir takım marazi (hastalıklı) ruhi âmiller; korku, heyecanı kontrol edememek, impulsionlar, obsessionlar, dikkat hafıza, muhakeme ve irade bozuklukları yüzünden daima kaza yapmaya hazırdırlar. Yani daimi sakarlıkta ruhi sebeplerin rolü diğer uzvi sebeplerden (uzuv sakatlıkları ve uzvi hastalıklar) daha fazladır. 

Sakarlıklar nasıl teşhis edilir, nasıl meydana çıkarılır? Herhangi bir işçinin bir kaza yapar yapmaz sakarlığına hükmetmek doğru değildir. Muayyen bir grup işçiler arasında muayyen zamanda husule gelen kazaların muntazam bir istatistiği tutulmalı ve her işçiye mütesaviyen isabet eden vasati kaza adedi tayin edilmelidir. Yani evvelâ kaza adedi işçi adedi üzerine taksim edilmelidir. Bu vasati rakkamla her işçinin muayyen zamanda bizzat işlediği kaza adedi mukayese edilmelidir. Eğer bir işçi muayyen zamanda hissesine düşen vasati adetten daha fazla kaza yapmışsa «sakar» daha az yapmışsa «verimli» addedilmelidir. Lâkin bir fabrikada hemen bütün işçiler veya büyük bir ekseriyeti aynı derecede ve mütesaviyen kaza yapmışlarsa ve mecmu kaza fazla ise o zaman bunun sebebini makine ve ameliye usulündeki bir yanlışlıkta arayarak bu noktadan tetkikat yapmalıdır. Küçük fabrikalarda hiç istatistiğe müracaat etmeden kimin en çok kazaya sebebiyet verdiği tayin edilebilir. Çünkü işçi adedi azdır. Lâkin büyük müesseselerde neticeyi muntazam istatistiklere istinat ettirmek (dayandırmak) lâzımdır. Şüphesiz işin mahiyetini de nazarı itibara (dikkate) almalıdır. Ancak ayni derecede tehlikeye maruz kalan yani aynı işi yapan işçiler bir grupla mutalea edilmeli ve işin potansiyel tehlike nisbetine göre ameleyi gruplandırarak bunlar üzerinde vasatı alınmalıdır. 

Muvakkat sakarlığın teşhis edildikten sonra tedavisi az çok kabildir. Sebep olan âmilleri ortadan kaldırmakla mesele ekseriyetle halledilir. Tıbbi sebeplerden gayrı diğer amillerin izâlesi için fabrika heklmi idarenin muzaheretine muhtaçtır. 

Daimi sakarlıkların teşhis ve tedavisi sanat hekiminin en müşkül vazifelerinden biridir. Hekimin piskolojik ve psihiyatrik esaslar üzerinde yürümesi icabeder. Mümkün olduğu kadar başlangıçta tedbir almak yani fabrikaya amele alınırken gayet dikkatli uzvi ve bilhassa ruhi muayeneden geçirmek daimi sakarların adetlerini çok azaltabilir. 

Görülüyor ki, esnaf muayene komisyonlarında olduğu gibi, her büyük fabrika veya sınai müesseselerinin kadrolarına da birer ruh hekimi ilâvesi zamanı artık gelmiştir.

Dr. Cemal Kiper

Boston, Amerika

****

[1] İbrahim Vasıf Bey: ilk röntgen meslek hastalığı kurbanımız

[2] İstanbul Seririyatı Arşivi internet sitesi

[3] İstanbul Seririyatı (1919-1952): Tıbbi Süreli Yayın Dijitalleştirme,
Dizin ve Açık Erişim Projesi; Nöro Psikiyatri Arşivi; 2025-62-3

[4] Prof. Dr. Nusret Fişek’in kitaplaşmamış yazıları – III; TTB internet sitesi

[5] Prof. Dr. İsmail Topuzoğlu’nın SSK’nın 5. konferansındaki konuşması

[6] McKee RW, Kiper C, Fountain JH, Riskin AM, Drinker P. A. Solvent vapor, carbon disulfide: Absorption, elimination, metabolism and mode of action. JAMA. 1943;122(4):217–222. doi:10.1001/jama.1943.02840210009003

[7] Uyuşturucu Maddeler Komisyonu (CND) kuruluş kararı

[8] Designation of the representative of Turkey : Commission on Narcotic Drugs; UN; 1949

[9] İjyen ve Bakteriyoloji; Cemal Kiper; İstanbul Güven Basımevi; 1946

[10] Sosyal Sigortalar Kurumu Tarihi 1946-1996; A. Gürhan Fişek, Şerife Türcan Özsuca, Mehmet Ali Şuğle; Sosyal Sigortalar Kurumu yayın no: 598

[11] Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği internet sitesi

[12] Endüstride gürültü problemi: Endüstride yorgunluk; Cemal Kiper; 1952

[13] Sigorta Eğitim Dinlenme ve Sosyal Tesisler Derneği internet sitesi

[14] İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Derneği internet sitesi

[15] İşçi Sigortaları Kurumu’nun en yüksek organı olan Yönetim Kurulu’nun adı 1960 yılında Müdürler Kurulu olarak değiştirilmiş, 1978 yılında ise yeniden Yönetim Kurulu adına dönmüştür.

[16] Konuyla ilgili TBMM tutanağı

[17] Sözü edilen iki kaynak Kubbealtı Lugatı ve Nişanyan Sözlük internet siteleridir

[18] Yazının İstanbul Seririyatı arşivindeki 1. bölümü ve 2. bölümü

Bir Cevap Yazın