Bu yazımda Osmanlı tarihindeki yangınların iş sağlığı ve güvenliği açısından etkileri konusunu ele almaya çalıştım.

Uyarı: Site içeriklerimiz sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz!

Osmanlı padişahı 2. Bayezid döneminde meydana gelen 10 Eylül 1509 İstanbul depremi tarihe “kıyamet-i suğra” yani “küçük kıyamet” olarak geçmiştir.

İstanbul’da zarar görmemiş tek bir ev kalmamış; surlar, kuleler, sütunlar ve evler yıkılmış, pek çok yapı ve tarihi eser zarar görmüştür. Yıkılan evlerin sayısı 1070 kadardır. Kemal Paşazade; ‘‘Bütün yıkılan evler ve mescitler 3000’den fazlaydı.’’ demektedir. Bu tarihlerde şehirdeki bina sayısının 80.000’e yakın olduğu düşünülürse hasarın boyutu ortaya çıkacaktır. (1)

Flaman ressam ve gravür sanatçısı Pieter Coecke van Aelst tarafından yapılan ve 1509 İstanbul depreminin tarihî yarımada ve Fatih Camii’ne verdiği hasarı gösteren ahşap gravür. (2)

Bu depremin yıkıcı etkisini daha iyi anlatabilmek için 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi ile kıyaslamaya çalışacağım.

2023 Kahramanmaraş depreminden etkilenen 11 ildeki toplam bina sayısı 2.618.697’dir. Bunların 35.355 tanesi yıkılmış, 17.491’i acil yıkılacak, 179.786’sı ağır hasarlı ve 40.228’i orta hasarlıdır. Ağır ve orta hasarlı olanların yıkılıp yeniden yapılması gerektiği için, depremde oturulamaz hale gelen bina sayısı  272.860’dır. Üstelik bu sayılar 6 Mart 2023 itibariyledir ve henüz tespiti yapılmayan 147.895 bina bu sayılara dahil değildir. (3)

1509 depremindeki 3.000 sayısına depremde tamamen yıkılmasa da oturulamaz duruma gelen ve bu yüzden insan eliyle bilerek yıkılan binalar dahil mi, bilmiyorum. Bu yüzden kıyaslamayı iki şekilde yapacağım. Kıyaslamayı sadece tamamen yıkılmış binaları katarak yaparsak, 1509 İstanbul depreminde her 1000 binadan 38’i tamamen yıkılmışken, 2023 Kahramanmaraş depreminde ise her 1.000 binadan 14’ü tamamen yıkılmıştır. Kıyaslamayı oturulamaz hale gelen binaları da katarak yaparsak, 1509 depreminde her 1.000 binadan 38’i oturulamaz hale gelmişken, 2023 depreminde her 1.000 binadan 104’ü oturulamaz hale gelmiştir.

Sanıyorum, 1509 yılındaki depremi yaşayanların dehşetini şimdi daha iyi hissedebiliriz. Bu önemli, çünkü bu dehşeti bir daha yaşamak istemeyen İstanbullular ahşap binalar yapıp oturmaya rağbet etmeye başladılar.

Kâgir yapıların mermer sütunlarına, zarif kemerlerine, azametli ve sanatlı merdivenlerine camilerde, medreselerde, hanlarda devam edildi; fakat meskende ahşap yapı Türk’ün ruhunu da çok okşadı. Renkli, nakışlı, altın yaldızlı, oymalı şirin ahşap meskenler hem de kâgir binalara nispetle daha ucuza mal oluyordu. (4)

Ancak, İstanbul’un hızla ahşap bir şehre dönmesinin tarihi büyük İstanbul yangınları tarihiyle yan yana gider.

İstanbul’un büyük yangınları umumiyetle Haliç boyunda, ayak takımının oturduğu semtlerden çıkmıştır. Bir kalafat yerinde tutuşan fundalar, bir bekar odasında devrilen bir şamdan, tütün tiryakisi bir bekar uşağının yatak içinde çubuk içmesi ve çubuğunu söndürmeden uyuması, koca şehrin cayır cayır yanması, İstanbul’un üçte birinin, yarısının, hatta dörtte üçünün mahvolması için kafi gelmiştir.. Haliç kıyısında Balat, Cibali yahut Ayazmakapısı yanarken, rüzgarın alıp götürdüğü iri bir çivi Sultanselim’deki bir konağın saçağına, çatısına kızıl bir hançer gibi saplanır, orası da yanmaya başlardı; oradan uçmaya başlayan yalımlı bir tahta parçası Karagümrük’ü tutuştururdu. (4)

1908 yangını sonrası şehrin görünümü (5)

İstanbul itfaiyesi internet sitesinde (6) bu yangınların çok uzun bir listesine ulaşabilirsiniz. Okuyucuya bir fikir vermek adına İstanbul yangınları için şu sayıları verebilirim:

1854’ten 1908’de Meşrutiyetin ilanına kadar 229 yangın olmuştur, bu yangınlarda 24.340 bina yanmıştır. 1908’de Meşrutiyet’in ilanından 1921 yılına kadar da 79 yangın olmuştur, bu yangınlarda 20.215 bina yanmıştır. (4)

James Dallaway 1797’de yazılmış bir eserinde “Yangınlar o kadar sıktır ki, onsuz iki ay geçmez.” demektedir (5). Öyle ki, halk yangın dehşetinin bu kaçınılmazlığını “Anadolu’nun salgını, İstanbul’un yangını” diyerek dillerde resmediyordu (4, 5).

Bu yangınların iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili bir kaç boyutu vardır. Bunlardan ikisi, işyerlerinin yangınların kaynağı ve hedefi olması konusudur.

1539 Zindankapı (Baba Cafer Zindanı) yangını zift ve katran dükkânlarının birinden, 1554’te bir yangın bakkal dükkanından, 1569’ta bir yangın fırından, 1574’te bir yangın Saray mutfağından, 1596’da bir yangın gemi malzemesi satılan dükkânların birinden, 1640’ta bir yangın mumhaneden, 1645’te bir yangın başçı dükkanından, 1653’te bir yangın başhaneden, 1688’de bir yangın meyhaneden, 1690’da bir yangın Eyüp çarşısındaki bir dükkandan, 1691’de bir yangın Mısır Çarşısı’ndaki bir dükkandan, 1693’te bir yangın bir dükkandan, 1698’te bir yangın baruthaneden, 1706’da bir yangın kalafatçılardan, 1707’de bir yangın baruthaneden, 1708’de bir yangın başhaneden, 1745’de bir yangın Tersane’nin mühimmat deposundan çıkmıştır (5).

Daha ilk bakışta, bu işyerlerinin önemli bir kısmının zaten ateş ile iş gören yerler olduğu dikkat çekmektedir. Ayrıntılar belli olmadığı için diğer dükkanlardaki yangın nedenleri hakkında bir şey söylemek mümkün değil.

Yangınların işyerlerinden çıkması ve yangınlar nedeniyle işyerlerinin yanmasının önemli bir sonucu, yangınlarda yaşanan can kayıpları ve yaralanmaların buralarda çalışanları etkilemesidir. Ölenlerin ne kadarının buralarda çalışanlar olduğuna dair bir sayıya rastlamadım ancak 51.000 ev, 2283 dükkân, 171 cami, 152 saray, 80 değirmen, 98 fırın ve 1.601 mektebin yandığı ve ölü sayısının 15.000’i bulduğu söylenen (5) 17 Temmuz 1718 Cibali yangını örneğine bakarak, ölenlerin ve yaralananların arasında önemli sayıda çalışanın da olması gerektiği tahmin edilebilir.

Yangınların işyerlerinden çıkması, buralarda yangın için alınacak önlemler konusunu da gündeme getirmektedir. Deprem yıkımı korkusuyla ahşap binalara geçen Osmanlı toplumu bu kez de yangın yıkımından öyle korkmaktadır ki, bakın devlet nasıl bir ceza uygular:

Hicretin 946 yılında idi, andan Sultan Süleyman göçüp Edirne’ye vardı, ol kışı anda kışladı, ol kış içinde İslâmbol’da Eski Saray baştanbaşa âteşe yandı, ama giru yapub evvelkiden dahi âlâ kıldılar. Amma ol deme değin her kimin evi veyahud dükkânı yansaydı salb olunurdu, kendü sarayı yanıcak ayruk kimse incitmediler. (7)

Yani, miladi 1540 yılındaki Eski Saray yangınına kadar her kimin evi ya da dükkanında yangın çıkmışsa, dikkatsizliğinin cezası olarak asılarak idam ediliyormuş. Ancak sarayı yandı diye Kanuni Sultan Süleyman idam edilemeyeceğine göre, bu âdetten vaz geçilmiş.

26 Mayıs 1572 tarihli şu fermanda yer alan “çarşıya yakın, yangın riski taşıyan mahallelerin” her iki-üç ayda bir kontrol edilmesi, yangının işyerleri kaynaklı yönünün farkında olunduğunun ve önlemler alınmaya çalışıldığının bir göstergesidir:

İstanbul Kadısına Hüküm ki,

1. İstanbul’da yaşayan herkes, evinin üzerine çıkabilecek uzunlukta yeteri kadar merdiven bulundurmak zorundadır.

2. Evlerde su dolu büyük bir fıçı her zaman hazır tutulacaktır.

3. Yangın çıktığında hiç kimse, evim yanmaya başladı diye korkup yangın mahallini terk ederek kaçmamalıdır. Yakınları ve komşularıyla beraber, yeniçeriler yetişinceye kadar yangına müdahale etmeli, söndürmeye çalışmalıdırlar.

4. İstanbul kadısı bu tedbirleri halka duyuracak; zaman zaman uyaracak ve çarşıya yakın, yangın riski taşıyan mahalleleri her iki-üç ayda bir kontrol edecek, varsa eksiklikler, kısa zamanda tamamlanması hususunda uyarıda bulunacaktır. Buna rağmen evlerinde merdiven ve su dolu fıçı bulundurmayan olursa cezalandırılacaktır. (7)

1719 tarihli fermanların birinde işyerleri hakkında şu tespit yapılmakta:

Yangınların pek çoğu ahşap binalardan, bekâr odalarından, han ve dükkânlardan çıkmaktadır. (7)

ve aynı tarihli başka bir fermanda işyerleriyle ilgili şöyle bir düzenlemeye gidilmektedir:

Bundan sonra İstanbul’da sur içi ve sur dışında gerek yangın geçirmiş yerlerde veya başka mahallerde kendilerine gelir getirecek bekâr odası, han ve dükkân yapacak olanlar, mutlaka binalarını kâgir yaptırıp kesinlikle ahşaptan yapmalarına izin verilmeyecektir. (7)

Her işyerinde her türden yangına uygun yangın söndürücülere kolayca ulaşılabildiği, işyeri içinde aktif yağmurlama sistemlerinin olduğu,  işyeri mobilya ve yüzeylerinin yangına karşı dirençli ve geciktirici olabildiği, işyerlerinin yangın için hassas erken uyarı sistemleriyle donatıldığı, itfaiyenin bir kaç dakika içinde yangın yerine ulaşabilecek şekilde örgütlendiği, yangın uçaklarının en olmaz yerlere su bırakabildiği vb. vb. bir çağda yaşayıp çalışanlar için yangınlar (ve elbette aynı mantıkla, depremler de) artık bir “küçük kıyamet” değil.

Bununla birlikte, “çözümlerin tarihsel olarak henüz ortaya çıkmadığı” bir toplumda, Osmanlı devletinin yangınla nasıl mücadele etmeye çalıştığını görmek hayli ilgi çekici.

Elbette yangın pek çok yönü olan karmaşık bir konu. Bense bu yazımda konuyu mümkün olduğu kadar işyeri ve iş sağlığı ve güvenliği bağlamında tutmaya çalıştım. Ancak ulaşabildiğim ve ulaşılabilen kaynakların çok sınırlı olması konuyu istediğim ölçüde derinleştirmemi engelledi.

Örneğin, yukarıdaki fermanda dile getirilen her iki-üç ayda bir yapılan kontrollerde kullanılan “checklist” bugün elimizde olsa, ne harika olurdu değil mi? Eminim, büyük ve ciddi bir bürokratik geleneğin olduğu Osmanlı devletinde böyle bir kontrol listesi vardır ve bir yerlerde gün ışığına çıkarılıp günümüz Türkçesine çevrilmeyi bekliyordur.

Bu da bizi yine aynı büyük görevin eşiğine getiriyor: iş sağlığı ve güvenliği tarihimizin yazılması..

(14.04.2023)

Kaynaklar

  1. 16. ve 20. yy. Arası İstanbul ve Yakın Çevresinde Meydana Gelen Deprem Sonrası Barınma Uygulamalarının İncelenmesi (2014); Şerife Özata, Sevgül Limoncu
  2. A Companion to Early Modern Istanbul; Nükhet Varlık (brill.com üzerinden)
  3. 2023 Kahramanmaraş ve Hatay depremleri raporu (Mart 2023); Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı
  4. İstanbul Tulumbacıları; Reşad Ekrem Koçu
  5. Şehir topoğrafyasına etkisi bakımından Osmanlı dönemi İstanbul yangınları; Kenan Yıldız (Büyük İstanbul Tarihi web sitesi üzerinden)
  6. itfaiye.ibb.gov.tr/tr/istanbul-yanginlari.html
  7. İstanbul’un ateşle imtihanı (2014); Ömer Ersin Erdoğan

Bir Cevap Yazın