En güncel SGK istatistiklerine göre 2021 yılında 1382 işçi iş kazaları nedeniyle hayatını kaybetti. Bu her gün yaklaşık 4 işçi demek. Buna rağmen, ülkemizde, iş kazalarının sanat eserlerinde neredeyse hiç dile gelmemesi incelenmeye değer bir konu.
Elbette bu durumun tarihsel, ekonomik, sosyal, psikolojik ve estetik bir açıklaması vardır. Ben bir hekim olarak bu işe cüret edecek değilim. Ben sanatsever bir işyeri hekimi olarak bu yazımda, Rıfat Ilgaz‘ın iş kazası temelinde hayat bulan Alişim şiiri vesilesiyle bazı konuları yüksek sesle düşünmeye çalışacağım.
Rıfat Ilgaz denilince akla Hababam Sınıfı‘nın gelmesinden doğal bir şey olamaz. Ama Rıfat Ilgaz bir kült haline gelmiş filme esin kaynağı olmuş eserinden başka çok sayıda roman, öykü, anı ve şiir kitabı kaleme almıştır. Hatta onun 1943’te yayınlanan ilk kitabı Yarenlik bir şiir kitabıdır. Yazıma konu olana Alişim şiiri de bu kitapta yer almaktadır.
Bu kısa şiir dörtlük gibi herhangi bir alt bölüme ayrılmış değil. Ben şiirin tamamını, kendimi ifade edebilmek için, üç parçaya bölerek aktaracağım.
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden!”
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu…
Şiirin kahramanı Aliş isimli bir işçidir ve iş kazası nedeniyle kolunu kaybetmiştir. Geçerken söyleyeyim ki, Nişanyan‘ın etimolojik sözlüğüne göre Aliş Rumeli kökenlilerde, Aloş Elazığ’da, Alluş Antep-Kilis-Kırıkhan hattında Ali isminin bir tür kullanımıdır.
Şairin Aliş’e Alişim diye hitap etmesindeki şefkati bir kenara bırakırsak, bu bölümdeki ifadeler, neredeyse bir tespit tutanağı gibidir: İş kazaları neredeyse gündelik yaşanmaktadır. Nedeni malumdur. Ama sonuçta geride bu kazadan zarar görmüş işçi kalır..
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer…
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Bu bölümde, kolsuz kalmış işçinin işgücü piyasasındaki durumunun bir betimlemesi vardır. Gün görmüş sarı öküz ilk bakışta bir üretim aracı gibi görünse de, bence, işgücü piyasasının bir metaforudur. İş kazası geçiren işçi gördüğü kaybın niteliği ve şiddetine göre kendisine bir iş arayacak; boğaz tokluğuna da olsa bulacaktır.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da emektar sazın gibi,
çifte kol ister saracak!
İlk iki bölümdeki Aliş bir üretim ve ekonomi sisteminin parçası olarak, neredeyse sanat dışı bir varlık olarak betimlenirken, bu son bölümde, şair, yarattığı benzetme ile Aliş’in ruhsal derinliklerine dalmak için okuyucuya bir anahtar sunar: “kızlar da emektar sazın gibi, çifte kol ister saracak!“
Şiir burada biter ama, biz o anahtarı kullanıp devam edelim: Tek kollu bir kişi neleri yapamaz? Bütün ayakkabıları bağcıksız mıdır? Herkes alkışlarken o ıslık mı çalar? Belediye otobüsünde ayakta tutunarak giderken, diğer yanında dengesini kaybedip düşen yaşlı kadını tutamamanın acısını duyar mı? Ya da elmayı hep soyulmamış mı yer ve bu yüzden elma yanaklı bir çocuk gördüğünde hep hüzünlenir mi, ya da oturduğu semtin adı Elmalı diye oradan taşınmak mı ister?
Örnekler çoğaltılabilir, ama demem o ki, işte tam da bu yüzden iş kazalarının sanatta yer almasına ihtiyaç var.
Çünkü sanatçı iş kazası sorununun hangi yönüyle ilgilenirse ilgilensin, onu çok boyutlu plastik bir varlık haline getirir. Böylece sanat eseri, tüketicisini gerçekçilik temelinde algısal eğitimden geçirerek, onu saatler süren şekilsel eğitimlerden çok daha derin bir kavrayışa ulaştırabilir.
Elbette en sağlıklı sonuçlar sanatçının bunu kendi sorumluluk alanında kendiliğinden hissederek ürün vermesiyle alınabilir. Ancak iş sağlığı ve güvenliği konularının temel alındığı, her daldan ve güçlü jürilerle yürütülen sanat yarışmaları bu kültürü teşvik etmek için yararlı olacaktır.
(07.03.2023)
